3 Ocak 2008 Perşembe

Kurşun kalemin kurşunu

Kalemtıraşların nasıl icat edildiğine geçmeden önce, bu aletlerin ‘tıraş’ ettiği kalemlerle ilgili biraz bilgi vermekte fayda var. Kalemtıraşlar bildiğiniz gibi kurşun kalemlerin ucunu açmak için icat edilmiş araçlardır. Ancak kalemin ucunu açma ihtiyacının ortaya çıkması için, önce kurşun kalemin icat edilmesi gerekiyordu. Kurşun kalemin icat edilmesi içinse bugün ‘kurşun’ dediğimiz maddenin. İşe ‘kurşun’dan başlamak, aslında buradaki karışıklığı gidermek için de iyi olacaktır. Zira, bugün ‘kurşun’ diye andığımız madde aslında kurşun değil, ‘grafit’dir. Grafit’e kurşun denmesinin sebebi ise, 1500’lü yıllarda bu maddeyi bulan İngiliz biliminsanlarının önceleri ‘kurşun’u bulduklarını sanmalarındandır.16. yüzyılın ortalarında İngiltere Borrowdale’de şiddetli bir fırtına birçok ağacın devrilmesine yol açmış ve yıkılan ağaçların ardından büyük miktarda siyah bir birikinti açığa çıkmış. Bu maddenin uzun zaman boyunca kurşun olduğu sanılmış. Bu olayın üzerinden 200 yıl geçtikten sonra, bir İngiliz bilimadamı bu kalıntının bir çeşit karbon olduğunu farketmiş. Bu siyah birikintiye, Yunanca ‘yazmak’ anlamına gelen grafit adı verilmiş ve o günden bugüne insanlar bu maddeyi yazı yazmak amacıyla kullanmışlar.Önceleri kısa ve kalın grafit parçalarını kulananan insanlar, zamanla grafite şekil vermeye başlamış. En sonunda İtalyanlar, kestikleri sedir ağaçlarının içini oyarak grafit yerleştirmişler. İngilizler bu yöntemi daha pratik hale getirerek seri üretime geçmişler ve 1800’lü yılların sonunda, bugün bildiğimiz anlamda ilk kurşun kalemler üretilmeye başlanmış. Tabii bu kurşun kalemlerin üretilmeye başlamasıyla birlikte de, bu kalemlerin ucunu açmaya yarayacak bir alete ihtiyaç duyulur olmuş.

Kalemtraşın tarihi

Bugün öğrencilerden öğretmenlere, yazarlardan çizerlere kadar hemen herkesin yazı yazmak için en çok kullandığı araçlardan biridir kurşun kalemler. Gerçi 0.5 uçlu kalemler, onların kalem kutularındaki yerini tehdit etse de, ofislerden okul sıralarına ve hatta evlere kadar her yerde görürüz kurşun kalemleri. Metalin soğukluğuna karşı ahşabın sıcaklığı vardır çünkü onlarda. Kurşun kalemle yazı yazmak, klavye çağına geçtiğimiz şu günlerde hâlâ rağbet görmeye devam etmektedir. Bir zamanların yegane yazı aracı olan kurşun kalemlerin sol kolu silgilerse, sağ kolu kalemtıraşlardır. Geçtiğimiz aylarda silgilerin kâğıt üzerindeki yazıları nasıl sildiğine dair yazdığımız yazı hatırlanırsa, bu sayımızın konusunun kalemtraşlar olduğu anlaşılır.

Başlıca kalemtıraşlar

Kalemtraştan çok kahve değirmenine benzeyen The Gould & Cook Gem Pencil Sharpener adlı bu alet, ilk kez 1886 yılında piyasaya sürülmüş ve 1918’e kadar satışı devam etmiştir. Fotttoğrafta görülen kolu çevirdiğiniz zaman, diskin üzerindeki zımpara kâğıdı ve kalem dönmekte, bu sürtünme sırasında kalemin ahşap kısmı öğütülmekteydi.1890 yılında patenti alınarak satışına başlanılan The Perfect Pencil Pointer, 1910’un ortalarına kadar piyasada kalmıştır. Makine, kalemi traş etmek için, silindir şeklindeki gövdenin üzerinde sabit duran bir çelik borudan ibaretti. Bu sabit borunun üzerinde, içine bir kalemin sığabileceği büyüklükte bir delik bulunuyordu. Bu delikten kalemi sokup, aşağıdaki silindiri çevirmeye başladığınızda kalemin ucu sivriliyordu. O zamanlar yapılan kalemtraş makinelerinin büyük bir çoğunluğu demirken, bu makinenin gövdesi ahşaptı. 25 cm. uzunluğundaki bu makine, 1 ila 2 dolar arasında satılıyordu ve zamanın en ucuz makinesiydi.1896 yılında piyasaya sürülen Planetary Pencil Pointer, kalem ucunun etrafında dönen iki öğütücü disk esasıyla çalışıyordu. Bu diskler, tıpki gezegenlerin güneşin etrafında dönmesi gibi elips bir yörünge izliyorlar ve kalemin ucuna her değdiklerinde ahşapı biraz daha yontarak kalemi sivriltiyorlardı.10 cm. çapında bir silindir ve bu silindirin çeperinde bulunan 60 diyagonal bıçaktan oluşan Lakeside Pencil Sharpener, 1904 yılında piyasaya sürülmüş ve “Diğer bütün kalemtraşlardan 10 kat daha keskin” sloganıyla pazarlanmıştı.1950’lere kadar üretimine devam edilen Iduna Pencil Sharpener, 1919 yılında Alman’yada imal edilmişti. 25 cm uzulnluğundaki bu makine, kalemin etrafında dönen bir biçak kullanıyordu.Artık günümüzde kalemtraşlar gömlek cebinize koyabileceğiniz boyutlarda ve hafiflikte imal ediliyor. Plastikten metale kadar birçok malzemeyle üretilen bu araçların, çok değişik modelleri ve binlerce rengi bulunabiliyor. Birçoğumuzun çalışma masasında ise halen çevirmeli kolu olan mekanik kalemtraşlar bulunuyor. Tabii kalemin ucunu açacak enerjiyi bile bulamayanlarımız için artık elektrikle çalışan modeller bile üretiliyor.

Kalemi traş etmek

Kurşun kalemlerin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı yıllarda, bu kalemlerin ucunu sivriltmek için önceleri bıçaklar kullanılıyormuş. Bugün bile kalemtraş bulamadığımız zaman elimizin maket bıçaklarına ya da normal bıçaklara gittiği anımsanırsa, bu durum gayet doğal karşılanabilir. Ancak 1828 yılına gelindiğinde, Fransız bir matematikçi olan Bernard Lassimone, icat ettiği kalem açma makinesi için patent başvurusunda bulunarak kalemtraşın mücidi ünvanını kazanmayı haketmiş. Lassimone’u, 1847 yılında Therry des Estwaux’un kalemtraşı izlemiş. 1880’le 1910 yılları arasında, birçok firma ve mücit, ofislerin, okulların, yazarların, çizerlerin ve hatta evlerin ihtiyacı durumuna gelen kurşun kalemlerin ucunu açmak amacıyla etkin bir alet geliştirmek için birbiriyle yarışmaya başlamış.1910’lara gelindiğinde ise, Amerika Birleşik Devletleri’nde icat edilen bir alet bu yarıştaki galibiyetini ilan etmiş.Büyuk bir dişli çarkın içinde dönen küçük dişliden oluşan ve helezonik bıçakları olan bu alet, piyasadaki sayısız rakibine 25 yıl boyunca üstünlük sağlamayı başarmış. Avrupa kıtasında ise, değişik teknolojiler kullanan kalemtıraşların pazar içindeki rekabeti 1960’ların sonuna kadar sürmüş.1860’la 1880 yılları arasında ABD’de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda kalemtıraş patenti alınırken, 1884-1915 yılları arasında birçok makine piyasaya sürülmüş. Ticarî açıdan oldukça başarılı olan bu makineler, kalemtıraşların geçirdiği evrim sürecinde ortaya çıkan birçok önemli problematiğe de çözümler getirmiş. Kimileri bıçağı kalemin etrafında döndürürken, kimileri kalemi bıçağın etrafında döndürmeyi yeğlemiş. Ama hepsi de kalemin içindeki kurşuna zarar vermeden etrafındaki ahşap kaplamayı sıyırmayı ve kalemin ucunu yeterince sivriltmeyi başarmış.O zamanlar icat edilen ve bugün sadece özel koleksiyonları ve müzeleri süsleyen bu antik kalemtıraşlar, bıçaklarının şekillerine ve kesme biçimlerine göre üçe ayrılabilir. Zımpara veya çelik törpüyü esas alanlar aşındırma yöntemini tercih ederken, çok katlı kesici ucu olanlar bir değirmen gibi öğütme yoluna gitmişler. Diğer makineler ise bir veya birden fazla jilet kullanarak tıraş etmeyi seçmişler. İsterseniz şimdi, bu üç esasa dayanan makinelerden öne çıkan bazılarına bir gözatalım.

kurşun kalem

Modernleşen insanın en önemli problemi: Mutluluğu yakalayamamak! İnsan hangi hallerde mutlu olur, mutluluğun sınırı var mıdır?Bu soruların cevapları her insana göre değişiyor değil mi?Biliyor musunuz?Bu sorunun cevabını çok küçük yaşlarda vermiştim kendime. Bazılarımızı son model bir araba mutlu ederken, bazılarımızı, okulda bir kısım öğrencide olan ama kendisinin sahip olmadığı, bir kırmızı kurşun kalem mutlu eder. Çocukluk günlerim aklıma geldi bir an, en çok nelerden mutlu olurdum çocukken? Hatırımda kalan kırmızı uçlu bir kalem! Evet, Bakkal Süleyman Amca''nın hediye ettiği "kırmızı kurşun kalem" beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmıştı o gün. Bana o gün sorsalardı: Son model bir araba mı istersin, kırımız uçlu bir kalem mi? Tereddütsüz ikinciyi tercih ederdim. Nihayet ev ödevlerimin başlıklarını Kırmızı kurşun kalemle yazmak için arkadaşlarımdan ödünç aldığım günler geride kalıyordu. Ve dünyada en çok sevdiğin adam kim deselerdi o gün, şüphesiz Bakkal Süleyman Amca, derdim. Öyle kolay bir şey değildi kırmızı kurşun kaleminin olması. Her çocuk sahip olamazdı kolay kolay kırmızı kurşun kaleme. Her şeyden önce toplumdaki sosyal statünle orantılı bir "olay"dı kırmızı kurşun kalem sahibi olmak! Mesela babanın mesleği çok önemlidir. Öğretmen çocuğu olursan, muhakkak ki Okul araç ve gereçlerinin tamamına sahip olurdun. Çünkü hâlâ o günlerde Cumhuriyetin kültür taşıyıcıları öğretmenlerdir. Öğretmenler ihtilal sonrası okul çocukları olmamıza rağmen toplumun hâlâ en gözde meslek erbabından sayılırlardı ve biz de keşke öğretmen çocuğu olsaydık diye hayıflanırdık Ya da aile reisinin doktor avukat ve ordu mensubu gibi üniformalı bir meslekten olması gerekirdi. Hayatımın daha sonraki bölümlerinde anti-üniform oluşumun belki de en önemli sebebi buydu. Üniformalı aile reislerinin çocuklarının bize tavırları hep tepedendi ve onlardan kırmızı uçlu kalem ödünç almayı hiç düşünmedim okul boyunca. Biz kimdik? Devlete bu güne dek hiçbir işi düşmemiş, ancak Allah devlete millete zaval vermesin diye dua eden yani temenni bağı olan ana-babaların çocuklarıydık. Bizler köyden kente göç eden, umutları olan ve bu umutlarının taşıyıcıları olarak en azından çocuklarının okuması için gece gündüz kentin tampon işlerinde çalışan yeni bir sınıfın üyesiydik. Biz ara- sınıf üyesiydik yani. Gerçi o zamanlar ara sınıf nedir? Sosyal statü nedir? Bu kavramlar küçük dağarcığımızda yeri olmayan şeylerdi. Yıllar sonra Mülkiye''de bunun ilmini yaparken daha iyi öğrenmiştim:1950''li yıllardan sonra gelişen sanayileşme buna bağlı olarak kentleşen toplum ve köylerin boşalması. Genelde Kentte minibüsle yolculuk yapan ve arabesk müziğinden zevk alan kitleler. Köylerini şehrin taşı toprağı altındır diye terk eden insanların umudu olmuştur şehirler artık. Kendileri güzel günleri yaşamayacaklardı, çile çekeceklerdi ama çocukları rahat edecekti. Yeni şehirlilerin en önemli özellikleri nelerdi? Köyün geleneğini şehre taşımaları, muhafazakar bir dünyaya sahip olmaları, bunu şehrin değiştiren, dönüştüren yapısına karşı kalkan olarak kullanmaları. Büyük şehre göç edenlerin durumu buydu kısaca. Koca şehir adeta canavar gibi geliyordu onlara bizi yutacak bu şehir muhakkak, ama bizden sonrakiler yem olmayacak diyorlardı. Bütün bu çabalar sonuç verdi ikinci kuşaklarda. Gerçi onların çoğunu bu şehir canavarı yok etti, ve biz bu canavarın bir uzvu olma pahasına onların arzularını yerine getirdik. Bizim elimizin kalem tutmasını ve avuçlarımızın kürekten, sabandan değil kalemden nasırlaşmasını istemişlerdi. Ve ellerimiz kalem tutmaktan nasırlaştı. Beni bu kadar mutlu eden bu olayın çok basit bir izahı vardı artık. Bu gün bu vakayı bir çok sosyal-iktisadi, ideolojik kavramlarla açıklayabiliyorum gördüğünüz gibi, kalemim sayesinde. Kırmızı kurşun kalem tutkusu benim kalemle olan dostluğumun en önemli saiki oldu. Burslu dersaneye gittim bu kalemle. Bu kalemle Ülke''nin en iyi okullarından birinde okudum. Hayatımda ilk parayı kalemimden kazandım. Kalemim sayesinde meslek sahibi oldum. Devlet-i Ali de bir makama duhul eyledik bu kalem sayesinde vesselam. Gördüğünüz gibi mutlu olmak için küçük bir izahat yazacaktım, bu kalem sayesinde uzattıkça uzattım! Mutlu olmak mı istiyorsunuz şimdi? Size tavsiyem, hemen kırmızı uçlu bir kurşun kalem almanız. Hazırlayan : Sky''of''Noble

Kuş tüyünden dolmakaleme

Geçtiğimiz ay bu sayfalarda mürekkebin tarihini yazmış, yazının yaygınlaşmasında, dolayısıyla uygarlığın ilerlemesinde ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında önemli bir payı olduğunu vurgulamıştık. Tabii mürekkep kendi başına günlük yaşantımızda çok da etkili bir buluş değil. Mürekkebin yazı yazmak amacıyla kullanılması için bir de kaleme ihtiyaç var. Tarih boyunca en uzun süre kullanılan kalemler mürekkepli kalemler tüy kalemler olmuş. MS 700’lü yıllarda ortaya çıkan bu kalemler kuş tüyünden yapılırdı. En sağlam tüy kalemler ise, ilkbaharda canlı kuşlardan alınan tüylerle yapılanlardı. Kuşun sol kanadının dışından alınan ilk beş tüy çok değerliydi. Sol kanattan elde edilen tüyler dışa doğru eğimli olduğundan sağ eliyle yazanlar için çok uygundu. Bu tüylerden en yaygın kullanılanı kaz tüyü, ender bulunduğu için en değerli olanıysa kuğu tüyüydü. Horoz tüyüyle de düzgün çizgileri rahatça çizebilirdiniz. Bunlardan başka kartal, baykuş, şahin ve hindi tüyleri de kullanılırdı. Kullanılacak tüy kalemin hazırlanması bir hafta gibi uzun bir süre alırdı. Tüy kalemler bugün eksantrik ve otantik bir değer taşısa da, yazarken dikkat ve deneyim gerektirmeleri, kâğıda mürekkep damlatmaları gibi olumsuz yönleri de vardı.18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, tüy kalemlerin dezavantajları insanları yeni arayışlara itti ve dolmakalemler ortaya çıktı. 1884 yılında Lewis Edson Waterman’ın geliştirdiği dolmakalem, birçok benzeri olmasına rağmen bugün hâlâ kullanageldiğimiz dolmakalemlerin atası sayılır.

Tükenmeyen kalem

1938 yılına kadar en gözde yazı aracı olan dolmakalemler, bu yıldan itibaren yeni bir icadın gölgesinde kalmaya başladı: Tükenmezkalem! Laszlo Josef Biro adlı Macar bir gazetecinin geliştirdiği “tükenmezkalem”, mürekkebin kâğıtta çabuk kurumasını, adından da anlaşılabileceği gibi mürekkebi ekonomik kullanarak çabuk bitmemesini sağlıyordu. Üstelik bu yeni icadın kullanımında hiçbir çetrefil yoktu. Kapağını açıp yazmaya başlıyordunuz ve işiniz bitince kapağı tekrar kapatıp cebinize atıyordunuz. Mürekkebin yeniden doldurulmasına ihtiyaç duymayan bu kalem, içindeki mürekkep bitince misyonunu da tamamlamış oluyor ve atılıyordu. Ama zaten çoğu zaman bu kalemler mürekkepleri daha bitmeden kaybolduklarından buna da gerek kalmıyordu.Tükenmezkalemin bulunuşu, kalem dünyası için bir devrim niteliği taşıyordu. Biro, geliştirdiği bu kalem sayesinde hem çok zengin hem de çok ünlü oldu. Daha sonra birçok mürekkepli kalem türü geliştirilmiş olsa da, dünyada en çok kullanılan kalemler onun geliştirdiği tükenmezkalemler olmayı sürdürdü. Peki, Biro tükenmezkalemi icat ederken nasıl bir yol izlemişti? Gazeteci olması nedeniyle, gazetelerin basımında kulanılan mürekkebin hemen kuruduğunu gözlemlemişti. Mürekkebin çabuk kuruması, kâğıtta dağılıp leke oluşturmasını önlüyordu. Bu gözleminden yola çıkan Biro, matbaa mürekkebini dolmakalemlerde kullanmayı denedi. Ama bu mürekkep, diğerlerinden daha yoğun olduğundan kalemin ucuna akamıyordu. Biro, bu kez de kalemin ucu için farklı bir sistem geliştirdi. Kalemin ucuna küçük metalden bir bilye yerleştirdi. Bu bilye kâğıda sürtünerek döndükçe kalemin haznesindeki mürekkebi kâğıda aktarabiliyordu. Az miktarda mürekkebi düzgünce kâğıda aktarabilmesi, tükenmezkalemi mürekkepli kalemlerin en kullanışlısı haline getirmişti.Tükenmezkalemler daha sonraki yıllarda farklı amaçlarla kullanılmak üzere daha da geliştirildi. Örneğin, pilotların kullanabilmesi için yoğunluğu daha az bir mürekkepten yararlanıldı ve tükenmezkalemin parçalarını birleştiren sistemin mekanizması değiştirildi. Kendisine verilen farklıbiçimler ve yararlanılan mürekkeplerin çeşitliliğine rağmen, tükenmezkalemin çalışma biçimi bulunuşundan bu yana hiç değişmedi.