3 Ocak 2008 Perşembe

Kurşun kalemin kurşunu

Kalemtıraşların nasıl icat edildiğine geçmeden önce, bu aletlerin ‘tıraş’ ettiği kalemlerle ilgili biraz bilgi vermekte fayda var. Kalemtıraşlar bildiğiniz gibi kurşun kalemlerin ucunu açmak için icat edilmiş araçlardır. Ancak kalemin ucunu açma ihtiyacının ortaya çıkması için, önce kurşun kalemin icat edilmesi gerekiyordu. Kurşun kalemin icat edilmesi içinse bugün ‘kurşun’ dediğimiz maddenin. İşe ‘kurşun’dan başlamak, aslında buradaki karışıklığı gidermek için de iyi olacaktır. Zira, bugün ‘kurşun’ diye andığımız madde aslında kurşun değil, ‘grafit’dir. Grafit’e kurşun denmesinin sebebi ise, 1500’lü yıllarda bu maddeyi bulan İngiliz biliminsanlarının önceleri ‘kurşun’u bulduklarını sanmalarındandır.16. yüzyılın ortalarında İngiltere Borrowdale’de şiddetli bir fırtına birçok ağacın devrilmesine yol açmış ve yıkılan ağaçların ardından büyük miktarda siyah bir birikinti açığa çıkmış. Bu maddenin uzun zaman boyunca kurşun olduğu sanılmış. Bu olayın üzerinden 200 yıl geçtikten sonra, bir İngiliz bilimadamı bu kalıntının bir çeşit karbon olduğunu farketmiş. Bu siyah birikintiye, Yunanca ‘yazmak’ anlamına gelen grafit adı verilmiş ve o günden bugüne insanlar bu maddeyi yazı yazmak amacıyla kullanmışlar.Önceleri kısa ve kalın grafit parçalarını kulananan insanlar, zamanla grafite şekil vermeye başlamış. En sonunda İtalyanlar, kestikleri sedir ağaçlarının içini oyarak grafit yerleştirmişler. İngilizler bu yöntemi daha pratik hale getirerek seri üretime geçmişler ve 1800’lü yılların sonunda, bugün bildiğimiz anlamda ilk kurşun kalemler üretilmeye başlanmış. Tabii bu kurşun kalemlerin üretilmeye başlamasıyla birlikte de, bu kalemlerin ucunu açmaya yarayacak bir alete ihtiyaç duyulur olmuş.

Kalemtraşın tarihi

Bugün öğrencilerden öğretmenlere, yazarlardan çizerlere kadar hemen herkesin yazı yazmak için en çok kullandığı araçlardan biridir kurşun kalemler. Gerçi 0.5 uçlu kalemler, onların kalem kutularındaki yerini tehdit etse de, ofislerden okul sıralarına ve hatta evlere kadar her yerde görürüz kurşun kalemleri. Metalin soğukluğuna karşı ahşabın sıcaklığı vardır çünkü onlarda. Kurşun kalemle yazı yazmak, klavye çağına geçtiğimiz şu günlerde hâlâ rağbet görmeye devam etmektedir. Bir zamanların yegane yazı aracı olan kurşun kalemlerin sol kolu silgilerse, sağ kolu kalemtıraşlardır. Geçtiğimiz aylarda silgilerin kâğıt üzerindeki yazıları nasıl sildiğine dair yazdığımız yazı hatırlanırsa, bu sayımızın konusunun kalemtraşlar olduğu anlaşılır.

Başlıca kalemtıraşlar

Kalemtraştan çok kahve değirmenine benzeyen The Gould & Cook Gem Pencil Sharpener adlı bu alet, ilk kez 1886 yılında piyasaya sürülmüş ve 1918’e kadar satışı devam etmiştir. Fotttoğrafta görülen kolu çevirdiğiniz zaman, diskin üzerindeki zımpara kâğıdı ve kalem dönmekte, bu sürtünme sırasında kalemin ahşap kısmı öğütülmekteydi.1890 yılında patenti alınarak satışına başlanılan The Perfect Pencil Pointer, 1910’un ortalarına kadar piyasada kalmıştır. Makine, kalemi traş etmek için, silindir şeklindeki gövdenin üzerinde sabit duran bir çelik borudan ibaretti. Bu sabit borunun üzerinde, içine bir kalemin sığabileceği büyüklükte bir delik bulunuyordu. Bu delikten kalemi sokup, aşağıdaki silindiri çevirmeye başladığınızda kalemin ucu sivriliyordu. O zamanlar yapılan kalemtraş makinelerinin büyük bir çoğunluğu demirken, bu makinenin gövdesi ahşaptı. 25 cm. uzunluğundaki bu makine, 1 ila 2 dolar arasında satılıyordu ve zamanın en ucuz makinesiydi.1896 yılında piyasaya sürülen Planetary Pencil Pointer, kalem ucunun etrafında dönen iki öğütücü disk esasıyla çalışıyordu. Bu diskler, tıpki gezegenlerin güneşin etrafında dönmesi gibi elips bir yörünge izliyorlar ve kalemin ucuna her değdiklerinde ahşapı biraz daha yontarak kalemi sivriltiyorlardı.10 cm. çapında bir silindir ve bu silindirin çeperinde bulunan 60 diyagonal bıçaktan oluşan Lakeside Pencil Sharpener, 1904 yılında piyasaya sürülmüş ve “Diğer bütün kalemtraşlardan 10 kat daha keskin” sloganıyla pazarlanmıştı.1950’lere kadar üretimine devam edilen Iduna Pencil Sharpener, 1919 yılında Alman’yada imal edilmişti. 25 cm uzulnluğundaki bu makine, kalemin etrafında dönen bir biçak kullanıyordu.Artık günümüzde kalemtraşlar gömlek cebinize koyabileceğiniz boyutlarda ve hafiflikte imal ediliyor. Plastikten metale kadar birçok malzemeyle üretilen bu araçların, çok değişik modelleri ve binlerce rengi bulunabiliyor. Birçoğumuzun çalışma masasında ise halen çevirmeli kolu olan mekanik kalemtraşlar bulunuyor. Tabii kalemin ucunu açacak enerjiyi bile bulamayanlarımız için artık elektrikle çalışan modeller bile üretiliyor.

Kalemi traş etmek

Kurşun kalemlerin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı yıllarda, bu kalemlerin ucunu sivriltmek için önceleri bıçaklar kullanılıyormuş. Bugün bile kalemtraş bulamadığımız zaman elimizin maket bıçaklarına ya da normal bıçaklara gittiği anımsanırsa, bu durum gayet doğal karşılanabilir. Ancak 1828 yılına gelindiğinde, Fransız bir matematikçi olan Bernard Lassimone, icat ettiği kalem açma makinesi için patent başvurusunda bulunarak kalemtraşın mücidi ünvanını kazanmayı haketmiş. Lassimone’u, 1847 yılında Therry des Estwaux’un kalemtraşı izlemiş. 1880’le 1910 yılları arasında, birçok firma ve mücit, ofislerin, okulların, yazarların, çizerlerin ve hatta evlerin ihtiyacı durumuna gelen kurşun kalemlerin ucunu açmak amacıyla etkin bir alet geliştirmek için birbiriyle yarışmaya başlamış.1910’lara gelindiğinde ise, Amerika Birleşik Devletleri’nde icat edilen bir alet bu yarıştaki galibiyetini ilan etmiş.Büyuk bir dişli çarkın içinde dönen küçük dişliden oluşan ve helezonik bıçakları olan bu alet, piyasadaki sayısız rakibine 25 yıl boyunca üstünlük sağlamayı başarmış. Avrupa kıtasında ise, değişik teknolojiler kullanan kalemtıraşların pazar içindeki rekabeti 1960’ların sonuna kadar sürmüş.1860’la 1880 yılları arasında ABD’de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda kalemtıraş patenti alınırken, 1884-1915 yılları arasında birçok makine piyasaya sürülmüş. Ticarî açıdan oldukça başarılı olan bu makineler, kalemtıraşların geçirdiği evrim sürecinde ortaya çıkan birçok önemli problematiğe de çözümler getirmiş. Kimileri bıçağı kalemin etrafında döndürürken, kimileri kalemi bıçağın etrafında döndürmeyi yeğlemiş. Ama hepsi de kalemin içindeki kurşuna zarar vermeden etrafındaki ahşap kaplamayı sıyırmayı ve kalemin ucunu yeterince sivriltmeyi başarmış.O zamanlar icat edilen ve bugün sadece özel koleksiyonları ve müzeleri süsleyen bu antik kalemtıraşlar, bıçaklarının şekillerine ve kesme biçimlerine göre üçe ayrılabilir. Zımpara veya çelik törpüyü esas alanlar aşındırma yöntemini tercih ederken, çok katlı kesici ucu olanlar bir değirmen gibi öğütme yoluna gitmişler. Diğer makineler ise bir veya birden fazla jilet kullanarak tıraş etmeyi seçmişler. İsterseniz şimdi, bu üç esasa dayanan makinelerden öne çıkan bazılarına bir gözatalım.

kurşun kalem

Modernleşen insanın en önemli problemi: Mutluluğu yakalayamamak! İnsan hangi hallerde mutlu olur, mutluluğun sınırı var mıdır?Bu soruların cevapları her insana göre değişiyor değil mi?Biliyor musunuz?Bu sorunun cevabını çok küçük yaşlarda vermiştim kendime. Bazılarımızı son model bir araba mutlu ederken, bazılarımızı, okulda bir kısım öğrencide olan ama kendisinin sahip olmadığı, bir kırmızı kurşun kalem mutlu eder. Çocukluk günlerim aklıma geldi bir an, en çok nelerden mutlu olurdum çocukken? Hatırımda kalan kırmızı uçlu bir kalem! Evet, Bakkal Süleyman Amca''nın hediye ettiği "kırmızı kurşun kalem" beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmıştı o gün. Bana o gün sorsalardı: Son model bir araba mı istersin, kırımız uçlu bir kalem mi? Tereddütsüz ikinciyi tercih ederdim. Nihayet ev ödevlerimin başlıklarını Kırmızı kurşun kalemle yazmak için arkadaşlarımdan ödünç aldığım günler geride kalıyordu. Ve dünyada en çok sevdiğin adam kim deselerdi o gün, şüphesiz Bakkal Süleyman Amca, derdim. Öyle kolay bir şey değildi kırmızı kurşun kaleminin olması. Her çocuk sahip olamazdı kolay kolay kırmızı kurşun kaleme. Her şeyden önce toplumdaki sosyal statünle orantılı bir "olay"dı kırmızı kurşun kalem sahibi olmak! Mesela babanın mesleği çok önemlidir. Öğretmen çocuğu olursan, muhakkak ki Okul araç ve gereçlerinin tamamına sahip olurdun. Çünkü hâlâ o günlerde Cumhuriyetin kültür taşıyıcıları öğretmenlerdir. Öğretmenler ihtilal sonrası okul çocukları olmamıza rağmen toplumun hâlâ en gözde meslek erbabından sayılırlardı ve biz de keşke öğretmen çocuğu olsaydık diye hayıflanırdık Ya da aile reisinin doktor avukat ve ordu mensubu gibi üniformalı bir meslekten olması gerekirdi. Hayatımın daha sonraki bölümlerinde anti-üniform oluşumun belki de en önemli sebebi buydu. Üniformalı aile reislerinin çocuklarının bize tavırları hep tepedendi ve onlardan kırmızı uçlu kalem ödünç almayı hiç düşünmedim okul boyunca. Biz kimdik? Devlete bu güne dek hiçbir işi düşmemiş, ancak Allah devlete millete zaval vermesin diye dua eden yani temenni bağı olan ana-babaların çocuklarıydık. Bizler köyden kente göç eden, umutları olan ve bu umutlarının taşıyıcıları olarak en azından çocuklarının okuması için gece gündüz kentin tampon işlerinde çalışan yeni bir sınıfın üyesiydik. Biz ara- sınıf üyesiydik yani. Gerçi o zamanlar ara sınıf nedir? Sosyal statü nedir? Bu kavramlar küçük dağarcığımızda yeri olmayan şeylerdi. Yıllar sonra Mülkiye''de bunun ilmini yaparken daha iyi öğrenmiştim:1950''li yıllardan sonra gelişen sanayileşme buna bağlı olarak kentleşen toplum ve köylerin boşalması. Genelde Kentte minibüsle yolculuk yapan ve arabesk müziğinden zevk alan kitleler. Köylerini şehrin taşı toprağı altındır diye terk eden insanların umudu olmuştur şehirler artık. Kendileri güzel günleri yaşamayacaklardı, çile çekeceklerdi ama çocukları rahat edecekti. Yeni şehirlilerin en önemli özellikleri nelerdi? Köyün geleneğini şehre taşımaları, muhafazakar bir dünyaya sahip olmaları, bunu şehrin değiştiren, dönüştüren yapısına karşı kalkan olarak kullanmaları. Büyük şehre göç edenlerin durumu buydu kısaca. Koca şehir adeta canavar gibi geliyordu onlara bizi yutacak bu şehir muhakkak, ama bizden sonrakiler yem olmayacak diyorlardı. Bütün bu çabalar sonuç verdi ikinci kuşaklarda. Gerçi onların çoğunu bu şehir canavarı yok etti, ve biz bu canavarın bir uzvu olma pahasına onların arzularını yerine getirdik. Bizim elimizin kalem tutmasını ve avuçlarımızın kürekten, sabandan değil kalemden nasırlaşmasını istemişlerdi. Ve ellerimiz kalem tutmaktan nasırlaştı. Beni bu kadar mutlu eden bu olayın çok basit bir izahı vardı artık. Bu gün bu vakayı bir çok sosyal-iktisadi, ideolojik kavramlarla açıklayabiliyorum gördüğünüz gibi, kalemim sayesinde. Kırmızı kurşun kalem tutkusu benim kalemle olan dostluğumun en önemli saiki oldu. Burslu dersaneye gittim bu kalemle. Bu kalemle Ülke''nin en iyi okullarından birinde okudum. Hayatımda ilk parayı kalemimden kazandım. Kalemim sayesinde meslek sahibi oldum. Devlet-i Ali de bir makama duhul eyledik bu kalem sayesinde vesselam. Gördüğünüz gibi mutlu olmak için küçük bir izahat yazacaktım, bu kalem sayesinde uzattıkça uzattım! Mutlu olmak mı istiyorsunuz şimdi? Size tavsiyem, hemen kırmızı uçlu bir kurşun kalem almanız. Hazırlayan : Sky''of''Noble

Kuş tüyünden dolmakaleme

Geçtiğimiz ay bu sayfalarda mürekkebin tarihini yazmış, yazının yaygınlaşmasında, dolayısıyla uygarlığın ilerlemesinde ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında önemli bir payı olduğunu vurgulamıştık. Tabii mürekkep kendi başına günlük yaşantımızda çok da etkili bir buluş değil. Mürekkebin yazı yazmak amacıyla kullanılması için bir de kaleme ihtiyaç var. Tarih boyunca en uzun süre kullanılan kalemler mürekkepli kalemler tüy kalemler olmuş. MS 700’lü yıllarda ortaya çıkan bu kalemler kuş tüyünden yapılırdı. En sağlam tüy kalemler ise, ilkbaharda canlı kuşlardan alınan tüylerle yapılanlardı. Kuşun sol kanadının dışından alınan ilk beş tüy çok değerliydi. Sol kanattan elde edilen tüyler dışa doğru eğimli olduğundan sağ eliyle yazanlar için çok uygundu. Bu tüylerden en yaygın kullanılanı kaz tüyü, ender bulunduğu için en değerli olanıysa kuğu tüyüydü. Horoz tüyüyle de düzgün çizgileri rahatça çizebilirdiniz. Bunlardan başka kartal, baykuş, şahin ve hindi tüyleri de kullanılırdı. Kullanılacak tüy kalemin hazırlanması bir hafta gibi uzun bir süre alırdı. Tüy kalemler bugün eksantrik ve otantik bir değer taşısa da, yazarken dikkat ve deneyim gerektirmeleri, kâğıda mürekkep damlatmaları gibi olumsuz yönleri de vardı.18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, tüy kalemlerin dezavantajları insanları yeni arayışlara itti ve dolmakalemler ortaya çıktı. 1884 yılında Lewis Edson Waterman’ın geliştirdiği dolmakalem, birçok benzeri olmasına rağmen bugün hâlâ kullanageldiğimiz dolmakalemlerin atası sayılır.

Tükenmeyen kalem

1938 yılına kadar en gözde yazı aracı olan dolmakalemler, bu yıldan itibaren yeni bir icadın gölgesinde kalmaya başladı: Tükenmezkalem! Laszlo Josef Biro adlı Macar bir gazetecinin geliştirdiği “tükenmezkalem”, mürekkebin kâğıtta çabuk kurumasını, adından da anlaşılabileceği gibi mürekkebi ekonomik kullanarak çabuk bitmemesini sağlıyordu. Üstelik bu yeni icadın kullanımında hiçbir çetrefil yoktu. Kapağını açıp yazmaya başlıyordunuz ve işiniz bitince kapağı tekrar kapatıp cebinize atıyordunuz. Mürekkebin yeniden doldurulmasına ihtiyaç duymayan bu kalem, içindeki mürekkep bitince misyonunu da tamamlamış oluyor ve atılıyordu. Ama zaten çoğu zaman bu kalemler mürekkepleri daha bitmeden kaybolduklarından buna da gerek kalmıyordu.Tükenmezkalemin bulunuşu, kalem dünyası için bir devrim niteliği taşıyordu. Biro, geliştirdiği bu kalem sayesinde hem çok zengin hem de çok ünlü oldu. Daha sonra birçok mürekkepli kalem türü geliştirilmiş olsa da, dünyada en çok kullanılan kalemler onun geliştirdiği tükenmezkalemler olmayı sürdürdü. Peki, Biro tükenmezkalemi icat ederken nasıl bir yol izlemişti? Gazeteci olması nedeniyle, gazetelerin basımında kulanılan mürekkebin hemen kuruduğunu gözlemlemişti. Mürekkebin çabuk kuruması, kâğıtta dağılıp leke oluşturmasını önlüyordu. Bu gözleminden yola çıkan Biro, matbaa mürekkebini dolmakalemlerde kullanmayı denedi. Ama bu mürekkep, diğerlerinden daha yoğun olduğundan kalemin ucuna akamıyordu. Biro, bu kez de kalemin ucu için farklı bir sistem geliştirdi. Kalemin ucuna küçük metalden bir bilye yerleştirdi. Bu bilye kâğıda sürtünerek döndükçe kalemin haznesindeki mürekkebi kâğıda aktarabiliyordu. Az miktarda mürekkebi düzgünce kâğıda aktarabilmesi, tükenmezkalemi mürekkepli kalemlerin en kullanışlısı haline getirmişti.Tükenmezkalemler daha sonraki yıllarda farklı amaçlarla kullanılmak üzere daha da geliştirildi. Örneğin, pilotların kullanabilmesi için yoğunluğu daha az bir mürekkepten yararlanıldı ve tükenmezkalemin parçalarını birleştiren sistemin mekanizması değiştirildi. Kendisine verilen farklıbiçimler ve yararlanılan mürekkeplerin çeşitliliğine rağmen, tükenmezkalemin çalışma biçimi bulunuşundan bu yana hiç değişmedi.

Tükenmezkalem nasıl çalışır?

Tükenmezkalemler dört ana bölümden oluşur. İçinde mürekkep bulunan bölüm plastikten yapılmış basit bir tüptür. Bu tüp huni biçiminde, metalden yapılmış bir uca bağlıdır. Huninin ucundaysa yine metalden yapılmış bir bilye vardır. Dördüncü bölümü oluşturan plastik silindirse bu üç parçayı bir arada tutar. Tükenmezkalemlerin çok basit bir çalışma ilkesi vardır. Kalemin ucundaki metal bilye, yerinden ayrılmadan her yöne dönebilecek biçimde tasarlanmıştır. Bilyenin bir yüzü kâğıda dokunurken arka yüzü mürekkebe değer. Kalem, kâğıt üzerinde hareket ettirildiğinde bilye döner ve önceden mürekkebe değen yüz kâğıda dokunur. Tükenmezkalemlerin mürekkeplerinin uzunca bir süre bitmediğini biliyorsunuz. Peki, satın aldığınız bir tükenmezkalemin 5 km. uzunluğunda düz bir çizgi çizecek kadar mürekkebi olduğunu da biliyor musunuz? Bir metre uzunluğunda bir çizgi çizdiğinizde kalemin ucundaki bilyenin 636 kez döndüğünü ve bu bilyelerden bazılarının çapının yarım milimetre olduğunu? Her yıl milyarlarca tükenmezkalem üretiliyor. Bu kalemlerin hepsini kullanarak Güneş’ten başlayan düz bir çizgi çizdiğimizde sırasıyla Merkür, Venüs ve Dünya’yı geçerek Mars’a kadar gelebiliriz. Daha sonra silinmesini istemediğimiz yazılarımızı yazmada mürekkepli kalemler vazgeçilmez araçlardır. Ayrıca mürekkepli kalemler diğer kalemlere göre birçok yönden daha kullanışlıdır. Kuş tüyleri ve kamışlarla başlayan öykü, tükenmezkalemlerin bulunuşuna dek sürmüştür. Kimbilir belki de öykünün bundan sonraki kısmı, geleceğin buluşçuları tarafından yazılacak.

Kalemin hikayesi

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikaye olma ihtimali var mı?”Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!”“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”“Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir.”“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”“Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”..................

Kalemin Milyon Yıllık Tarihi

Bir kuş, bir fare, bir kurbağa ve beş tane ok. Bu varlıklar, otuz kelimenin söyleyebileceklerini anlatmak için kullanılırdı önceleri; yazımızın ve kalemimizin olmadığı zamanlarda. İskitler, komşuları Perslere diyorlardı ki: Bir kuş gibi uçmayı, bir fare gibi toprağın altında saklanmayı, bir kurbağa gibi bataklıkta sıçramayı bilmiyorsanız, bizimle savaşmaya sakın ola kalkışmayın. Topraklarımıza ayak bastığınız anda, oklarımızın şiddeti sizleri yok edecektir.
Kalemin tarihi yazının tarihinden eskidir. Ne kadar eski olduğunu anlamak için işaret parmağınıza bir bakın. Toprağa ya da kuma, atalarımızın bu parmaklarıyla ilk işareti çizdiği zamanların, tarihin başlangıcı saydığımız yazının icadından bin yıllar öncesi olduğunu siz de fark edersiniz. Parmaklarımızın yerini alan kalemin yazıyla birleşmesi, Sümerlerin düzgün tabletler üzerine yazmak için çivi ve keskin objeleri kullanmasına rastlar. Parmak ve çividen sonrası; kamış fırçalar, şimşir veya metal levhalar, fildişi kalemler, kuş tüyleri, mürekkepli kalem, kurşunkalem, tükenmez kalem, daktilo, klavye ve gözler diye günümüze gelir.
. Her şey Mezopotamya'da başladı. Sümerler ve Akadların paylaştığı topraklarda, yaklaşık altı bin yıl önce ilk piktogramlar (resim yazılar) çizilmeye başlandı. Bulunan ilk tabletlerdeki piktogramlar daha çok ziraat kayıtları için tutulan muhasebe hesaplarıydı. Bu işaretler, yumuşak kil tabletlere sivri uçlu kamış kalemlerle çiziliyordu. Kalemin atası sayılan sivri uçlu bu kamışlar, taze kil üzerinde yuvarlak şekiller çizemiyor; aksine daha köşeli ve düz, yani çivi biçimli kalıp çizgiler çekmeye yarıyordu. Bu yüzden yazı, çivi yazısı olarak adlandırıldı, kamış kalem de çivi olarak akıllarda kaldı. Piktogramların MÖ 3000 yıllarında daha çizgisel işaretlere dönüştüğü yıllarda, Mısır'dan Çin'e birçok bölgede farklı yazı sistemleri ve araçları doğuyordu. Eski Mısırlılara göre yazıyı yaratan Tanrı Thot, onu insanlara bağışlamıştı. Tanrıların yazısı anlamına gelen 'hiyeroglif', daha çizgisel ve geometrik çivi yazısından farklı olarak, şiirsel ve hayranlık verici bir üslupla çizilen resimlerden oluşur. Bu yazı, Nil Deltası'nda bol yetişen bir bitki türü olan papirüs üzerine yazılırdı. Bu yüzden yazıcı, kullanım amacına uygun olarak, ucu yontulmuş veya düzleştirilmiş bir kamışla çalışırdı. Mısırlıların kullandıkları mürekkep; is tozu ve su karışımına bir tür yapıştırıcının eklemesi ile elde ediliyordu. Aslında ilk mürekkep, MÖ 2697'de Çinli filozof Tien-Lcheu tarafından bulunmuştu. İs, gaz yağı, misk ve eşek derisinden elde edilen bir tür yapışkan maddeyle yapılan bu mürekkep, ilk başta hiyerogliflerin siyaha boyanmasında kullanılırken, sonraları hem kağıdın hem de mürekkepli kalemlerin icat edilmesini sağladı. Romalıların daha da geliştirdiği kamış kalem, tüp şeklindeki bambu veya sazlardan yapılıyordu. Tüpün bir ucu kesilip içi mürekkeple dolduruluyordu. MS 400'lü yıllarda bulunan yeni mürekkep formülü, yüzyıllarca kullanılacaktı. Buna göre mürekkebe demir tozu, meşe palamudu tozu ve reçine gibi maddeler katılıyordu. Yüzyıllar boyunca kullanılan tüy kalemler de bu formülden üç yüzyıl sonra geliştirildi. En değerli olanları, ilkbaharda canlı kuşlardan alınan, sol kanadın dışındaki ilk beş tüyden yapılırdı. Kanattaki tüyler dışa doğru eğimli olduğundan, özellikle sağ elle yazanlar için en uygun açıyı sağlıyordu. Zor bulunduğu için kuğu tüyü daha kıymetliydi. Daha çok bulunan kartal, baykuş, şahin, hindi ve horoz tüyleri de uzun zaman kullanılan kalemlerdendi. Ne ki, bu kalemler kuştan koparılır koparılmaz kullanılamazdı. Hazırlanması için en az bir haftaya ihtiyaç vardı. Tüy kalemlerin olumsuz yanı ise, kâğıda mürekkep damlatmamak için çok dikkat ve deneyim gerektirmeleriydi. İşte bu zorluk, bugün kullandığımız kalemlerin icadını zorunlu kıldı. Önce Havada Sonra Karada: Tükenmezkalem 'Çok böbürlenmeyeyim ama, yazmak için yeni bir gereç bulduğumu sanıyorum...' Bu alçakgönüllü sözlerin sahibi Aix-la-Chapelleli yargıç Johanne Jantssen'dir. Aynı yıllarda Boston Mechanic, çelik kalemi kastederek; 'Kentimizde çok iyi tanınan saygıdeğer vatandaş Perregrine Williamson bu kalemi bulmuştur' der. 1808 tarihli bir Alman yayını, çelik kalem buluşunu Königsbergli bir öğretmene mal eder. İddialar şunu gösterir ki, mürekkepli çelik kalemler 18. yüzyılın sonlarına doğru, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunmuştur. Alonzo Townsend Cross'un 1878 yılında geliştirdiği ve patentini aldığı stilografik kalem ise günümüzün tükenmez kalemlerinin öncüsü sayılır. Cross, yine 1846'da mekanizması bugün bile kullanılan, ilk mekanik aksamlı kurşun kalemi de geliştirir.Kaz tüyünün 1000 yıldan fazla kullanılmasının nedeni, onun niteliklerine eşdeğer bir madde bulunamamasından geliyordu. Kâğıdı yırtmayacak kadar yumuşak ve esnek tek maden altındı ve bu çok pahalıya geliyordu. Elle yapılan çelik kalemler çok sert olduğu için istenilen sonuç elde edilemiyordu. Endüstri Devrimi ile gelişen mekanik yöntemler, ucuz ve nitelikli çelik kalemlerinin üretimini de beraberinde getirdi. Ne ki, 1884 yılında Lewis Edson Waterman, o güne kadar yapılan kalemlerden daha iyi bir kalem tasarladı. Bu dolmakalemin ucunda bir hava deliği ve üç küçük kanal yer alıyordu. Böylece mürekkep kâğıda damlamıyor ve kalemin ucuna daha kolay gelebiliyordu. Bugün de bir dolmakalemde, geliştirildiği yıllardaki gibi dört ana bölüm bulunur. Kâğıtla temas eden uç, uca mürekkep sağlayan altındaki mekanizma, kalemi tutmamıza yarayan birleştirici silindir ve silindirin içindeki mürekkep haznesi. Bu hazneye mürekkep doldurmak için 20. yüzyılın ilk çeyreğinde özel basınç sistemleri kullanıldı. 1950'lere gelindiğinde ise, bugün kullandığımız değiştirilebilir kartuşlar geliştirildi. Ne ki, 50'lerde dolmakalemin pabucu çoktan dama atılmıştı. 19. yüzyıl sonlarında, dolmakalemle aynı tarihlerde geliştirilen tükenmezkalem, ne gereği var denilerek seri üretimine geçilmeyen bir denemeden ibaretti. Lazslo Josef Biro adlı Macar gazeteci, 1938 yılında bugün de kullandığımız tükenmezkalemlerdeki sistemi geliştirdiğinde ise sadece kendi zorluklarını aşmak istiyordu. Gazeteci olan Biro, baskıda kullanılan mürekkebin gazete sayfalarında hemen kuruduğunu fark etti. Bu mürekkebi, dolmakalemde de denemek istedi, ama olmadı. Diğerlerinden daha yoğun olan bu mürekkep, dolmakalemin ucuna akmıyordu. Bu yüzden dolmakalemin ucundaki düzeneği değiştirerek buraya bir bilye yerleştirdi. Bilye her turda aldığı az miktardaki mürekkebi, düzgünce kâğıda geçiriyordu. 20. yüzyılın ortalarında gelişen uçak endüstrisi de, tükenmezkalemin dünya çapında kullanılmasının yolunu açtı. Şöyle ki, uçaklar 2 kilometrenin üzerine çıktıklarında hava basıncı azalıyordu. Dolmakalemin içindeki mürekkep atmosferik basınçta doldurulduğu için, daha düşük basınçta kendiliğinden aktığından, hem yazıları hem de giysileri berbat ediyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda hava kuvvetlerinde yoğun olarak kullanılan bilye uçlu bu kalem, zamanla günlük hayatımızın en önemli aracı haline geldi. Yani, birçok kalemde pilot ibaresini görmenizin nedeni, sadece kalemin uçurmasından değil. Kalem neyi mi uçurur? Kelimeleri, düşünceleri, duyguları, yani sizi!Bakir Topraklarda Yağız Bir At 'Ben sanatçıyım, bir nesne oluşturmamdan değil, yazı aracılığıyla vücudumun bakir bir yüzeye, ritmik olarak bir şeyler çizip yerleştirmesinden kaynaklanıyor bu.' Roland Barthes, Yazının Uygarlığı.Yazı yazmayı neden bu kadar çok seviyorum? Barthes, bu soruya cevap ararken, yazının sanata ait bir alan oluşturduğunu söyler ve yukarıdaki cümleyi yazar. Hem sorunun hem de cevabın hemen yanı başında şu da kafamızı kurcalar: Neden hâlâ kalem kullanıyoruz? 19. yüzyılda kalem teknolojisi gelişirken, başka yazı gereçleri de keşfediliyordu. Daktilo bunların başında geliyordu. Ardından ilk hesap makineleri ve ilk bilgisayarla birlikte klavye geldi, daktilonun da yerini aldı. Şimdi ise teknolojinin üzerinde çalıştığı şey klavyesiz yazı, yani araçsız. Geliştirilen bazı programlar sayesinde, bilgisayar ekranında gözünüzün odaklandığı harfler yazıya dönüşüyor. Yani artık yazı aracı ve onu kullanan el yok. Söz oluştuğu yerden dışarıya aktarılıyor, kafatasımızdaki organlarımızdan. Milyon yılların getirdiği genetik pratik, yani beynimizle ellerimiz arasındaki en önemli alışverişin büyük bir kısmı sonlanıyor. Yapay zeka, gerçekten de amaçladığına yaklaşıyor. Dijital beyin, düşünceyi ve aracılarını kendi içinde üretip dönüştürüyor. Ama yine de elimizde kalem var, hatta şimdi benim elimde, bu kelimeleri ilk önce kâğıda aktarırken. Neden hâlâ kalem kullanıyoruz?Bu da, birçok şey gibi, Gutenberg'e uzanır. Daktiloyla, klavyeyle ya da araçsız yazı, hep matbaanın uzantılarıdır. Bunların hepsi yazılanı, yani sözü çoğaltmak için varlar. Hepsinin ruhunda sözün daha çok kişiye ulaşması ve daha hızlı üretilmesi yatıyor. Hız ve bilgilendirme, bunlar çağımızın diğer adları. Aslında dünyamızı döndüren, zamanımızı eviren ve çevirenler. Neden 21. yüzyıla, büyük devletlerin literatüründe 'Enformasyon Çağı' yazıyor da, bizim gibi ülkelerde 'Bilgi Çağı' diye okunuyor? Neden, bilginin İngilizce karşılığı 'Know How'ken, bilgilendirmenin karşılığı olan 'Information'a da 'Bilgi' diyoruz? Şimdi bunu düzeltebiliriz, çağımız 'Bilgilendirme Çağı'. Biz bilgilendiriliyoruz sadece, birileri düşünüyor ve istediklerini bize söylüyor. Söylenene ise biz bilgi diyoruz, çünkü bildiğimizi sanıyoruz. Yaptığımıza yanılgı diyebiliriz. Çünkü onlar bildiriyorlar, biz bilgilendiriliyoruz. Söyledikleri sözler hızla yazılmak ve hızla çoğaltılmak zorunda. Kalemin yerine geliştirilen diğer yazı araçları, işte bu alanda top koşturuyorlar. İşte kalem tutmanın farklı yanlarından biri de burada duruyor. Sormamız gereken, bilgi nerede doğdu? Kim düşündü? Kim yazdı? Kalem kimin elinde? Kalem sanatın ve felsefenin elinde. Bu cümle günlük yaşantının içinde her an kullandığımız kalemi yadsımıyor; aksine kalemin bizden ayrılmayan tarafını vurguluyor. Nedir, Gutenberg'in icadından sonra el yazısının, yani kalemin unutulacağı düşünüldüğünde, Rimbaud kalem tutan elin düşüncenin vazgeçilmez aracı olacağını söylemişti. Düşünce sonsuzdur. Barthes'in bahsettiği yüzeyin bakirliği de sonsuz olasılık sağlar. Elinizde kalemle boş bir kâğıdın başına geçtiğinizde, düşünecekleriniz ve hissedeceklerinizi ancak önceki deneyimlerinizden tasavvur edebilirsiniz. Sonrasındaki macerada, eliniz kâğıt üzerinde hareket ederken, düşüncelerinizin kıvrımlarına da dokunur. Harfler birbirini tamamlar, kelimeler birbirine bağlanır, duygu düşüncenin içinde ağ kurar. Bu haz, tarih öncesi devirlerde mağara duvarlarına çizilen resimlerden bile kök alır. O resimler yazı değilse de, simgesel anlamlar sözü tanımlar. Çizgiler içgüdümüzün sesidir. Barthes'in de dediği gibi, bir yere bir şeyler çizme insanın bir arzusudur. Bu arzu yazının vücuttan kaynaklanmasından doğar. Birçok resimde gördüğümüz grafikler şunu gösterir ki; yazmak yalnızca teknik bir edim değil, vücudun keyif almasıyla ilgili bir pratiktir de. Düşüncenin söze aktarılışı sanata ait bir alanda gerçekleştiği içindir ki; kalem sanatın ve felsefenin elindedir.Bunca yazı aracından sonra, 'Kalem öldü mü? Daha ne kadar kullanırız' sorularını şimdi kendiniz cevaplayın. Boş bir kâğıt alın. En basitinden bir imza atın, ki elinizin uzun yıllarda yarattığı o pratikteki kıvrımları ve köşeleri görün. Sonra düşünün, düşünürken kaleminiz oynasın. O sırada kalemin duyguyu ve düşünceyi nasıl işlediğini hissedin. Bu arada şunu da söylemeyi unuttum; düşünce ölür mü ki, kalem ölsün?

kalemin icadı

Yazı" dediğimiz şey, uygarlığın gelişmesi ve yayılması bakımından en önemli rol oynamış unsurlardan biri, belki de birincisidir. İnsanın düşüncelerini ve yaptığı işleri, denemeleri, çalışmalarının sonuçlarını, belirli konulardaki başarı ve başarısızlıklarını kaydedebilmesi,yazı sayesinde mümkün olmuştur. Fakat bildiğimiz anlamda gerçek kalemin yapılmasından önce de "yazı" yazmak için kullanılan bazı gereçler vardı. Örneğin, taş devri insanı yaşadığı mağaranın duvarlarına karıdığı ilkel resimlerle,kendi çağına ilişkin bazı kayıtların günümüze kadar ulaşabilmesini sağlamıştır. İlkel insanın, parmaklarını bir takım bitkilerin renkli özsuyuna veya avladığı hayvanların kanına batırarak, boya, mürekkep yerine bundan yararlandığı bilinmektedir. Daha sonraları, renkli, katı toprak parçalarından, tebeşirden yararlanmıştı. Çinliler ,yazıdan ziyade resim figürü niteliğindeki harflerini, deve tüyünden fırçalarla çiziktirirlerdi. Büyük bir ihtimalle,bildiğimiz anlamda ilk gerçek kalem Mısırlılar tarafından yapılmıştır. Eski mısırlılar,oyuk bir ince çubuğa bir bakır parçasını bağlıyorlardı. Bu ilkel kalemi,hokkaya batırılarak kullanılan eski tarz mürekkepli kaleme benzetebiliriz. Yunanlılar tarafından kaleme alınan ilk el yazısı 4000 yıl önceye aittir. Yunanlılar,bu iş için maden,kemik veya fildişinden yapılmış bir kalem kullanıyorlardı.Kağıt yerine de bal tohumuyla kaplı tabletlerden (fırınlanmış, düz yüzeyli toprak levhalardan,) yararlanmaktaydılar. Daha sonraları, ince bir tüpü andıran, oyuk ve özel olarak yarık yapılmış kamış kullanıldı. İlkel bir mürekkebe batırdıkları bu kalemle papirüs üzerine yazılar yazılıyordu. Orta Çağda kağıdın kullanılmaya başlamasıyla, kaz,kuğu ya da karga kanadı tüylerinden kalemler yapıldı. Bu tür kalemin ucu sivri ve yarıktı. Zaten İngilizce kalem kelimesinin karşılığı "pen", Latince "tüy" anlamına "penna" kelimesinden türemiştir. Çelik uçlu kalemin kullanılmasına İngiltere'de 1780 yılında başlandı Fakat bu kalemin yaygın ölçüde kullanılması için 40 yıllık bir sürenin geçmesi gerekti. Modern yazı gereci olan dolmakalem, ilk olarak 1880 yıllarında, Birleşik Amerika'da yapıldı. Dolmakalemin ucu, genellikle 14 ayar altından yapılıyordu. Ucun sivri noktası da,osmiridyum veya iridyum'la sertleştiriliyordu.